9 Ekim 2012 Salı

Doktorların Almadıkları Bir Ders



Bugün biraz doktorlar hakkında yazmak istiyorum. Doktorlardan ve onların almaları gereken ama almalarına şu ana kadar gerek görülmemiş ve almadıkları bir ders hakkında... Dört olay anlatacağım:
  1.  Hacıannem (Anneannem: Ona Hacıanne demeyi, annem ile evlenmeden çok önce,  akrabası olduğu dedemin evini ziyaret ettiğinde babam başlatmış, vefatına yakın annem bile annesine Hacıanne diyordu.) 70 yaşında iken, doktora gitmiş. Doktor yaşını sorunca yetmiş yaşında olduğunu söylemiş. Doktor “Desene teyze, yaş yetmiş iş bitmiş” diyerek hacıanneme cevap vermiş. Sonrasında hacıannem 13 sene daha yaşadı ve bunca sene boyunca bu doktoru hiç de iyi anmadı.
  2. Hacıannemin son senesi, kışın başı, rahatsız, Pendik’te bir özel hastaneye yatırmışız, ama hastanedeki tedaviden sonuç alamamış, hastamızı daha da kötüleşmesi nedeni ile kalp hastalıkları konusunda önde gelen Kadıköy’deki bir devlet hastanesine götürmüşüz. Hacıannemi içeri alınca doktor, neden bu hastayı getirdiniz, zaten gidici cinsinden birşeyler söylemiş anneme. Annem “Doktor bey, iyi o zaman sizin anneniz bu kadar hasta olunca hastaneye götürmezsiniz” şeklinde cevap vermiş. Sonrasında hacıannem o hastaneye rahatsızlığı kalp rahatsızlığı değil denilerek kabul edilmedi, Kadıköy’de bir özel hastaneye götürmek zorunda kaldık ve sonrasında neyse ki hacıannem iyileşip 8-9 ay daha kaliteli sayılabilecek şartlarda yaşadı. (Kaliteli yaşamak: Fazla ağrısı sızısı olmadan, aklı başında, kendi işini görebilecek kadar sağlıklı yaşamak.) 
  3.  Oğlumun kimi problemleri nedeni ile 6 aylık iken beyin MR’ını çektirmek zorunda kalmıştık. Bizi beyin MR’ına yönlendiren doktor bu arada çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni yani tanıdık. Hastane de bu arada Türkiye’nin önde gelen özel hastanelerinden biri. MR’ı çektirirken ve sonucunu beklerken yaşadığımız gerilimi tarif edecek kelime bulmak bile zor. Sonucun çıktığını öğrendik, doktorun yanına gittik, alaycı bir ifade ile ne dese beğenirsiniz: “Sonucu çok mu merak ettiniz?” Yüzüne diyemedim, çünkü ona muhtaçtım, ama denecek ama demediğim çok şey var. Allah’a havale ettim ve kendisinin herşeye rağmen böyle bir acıyla karşılaşmamasını diledim. Bu arada neyse ki MR sonucu gayet iyi çıktı, ama tahmin edebileceğiniz gibi aynı doktora bir daha gitmedim.
  4. Bir akrabamın kayınpederi kanser. Tedaviye başlamak için kanser türünün belirlenmesi ve bunun için biyopsi yapılması gerekiyor.  Uzun lafın kısası, biyopsi için kaburgasından ameliyat ile kemik alınıyor. Kemik alındıktan sonra biyopsi sonucunu daha çabuk almak için çıkan kemiği özel bir kuruluşa hasta yakınlarının götürmesi gerekiyor.  İşte işler burada karışıyor. Akrabam ve eşi yani hastanın kızı kemiği almaya gittiklerinde beyaz bir torba içinde yani gayet görünür bir şekilde kemik kendilerine verilmiş. Bunun hasta yakını için çok dayanılabilir birşey olamayacağını herhalde kabul edersiniz.
Sözün kısası  doktorlar, hasta ve hasta yakınları ile nasıl konuşulacağını ve nasıl davranmaları gerektiğini bilmiyorlar. Onların bu konudaki cahilliklerinin ceremesini genelde hasta ve hasta yakınları çekmekle birlikte kimi vakit, doktor ve sağlık personelinin, hasta ve hasta yakınlarından gördükleri şiddetin bir nedeni de bu cahillikleri oluyor.  Elbette hiçbirşey şiddeti haklı çıkarmaz ama yukarıda anlattığım olayların belki de çok daha aşırı örnekleri  farklı  kültür seviyesindeki insanlarımızın başına geliyor ve doktorun yanlış bir davranışı, istenmeyen olayların adeta fitili oluyor.

Bu konuda Türkiye’de ya da dünya genelinde tıp fakültelerinde ders görüyor mu öğrenciler bilmiyorum ama, böyle bir derse ve bu dersin düzgün bir şekilde işlenmesi gerektiğine inanıyorum. Bir doktor mezun olduğunda bir anneye, bir babaya, çocuğunun hastalığının durumunu; bir evlada babasının çok az süresinin kaldığını düzgün bir şekilde söylemeyi bilmeli...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder