12 Temmuz 2012 Perşembe

Survivor

Survivor denince Acun Ilıcalı'nın yarışması geliyor elbette akla. Öncelikle olaya iki farklı açıdan yaklaşmanın gerektiğini düşünüyorum.

1. İzlediğimiz bir yarışma değil, bir şov programı. Aksi takdirde kadını, erkeği ile yaş ve fiziksel hiçbir standarta uymayan bir grubun yarışma yapabileceğini kabul etmemiz gerekir ki, bu yanlış olur. Ayrıca SMS oylaması denen bir sistemin içinde yarışma geçen hiçbir organizasyonda kullanılmaması gerektiği gerçeğini de gözardı etmemeliyiz. (Eurovision'da buna dahil) Survivor bu şekilde değerlendirilirse önemli olanın rating olduğunu ve başka hiçbir şeyin çok da önemli olmadığı gerçeğine ve onu ciddi ciddi tartışmanın da ne kadar saçma olduğuna ulaşırız. Bu arada evet ben Survivor izliyorum, hayır hiç SMS ile oy kullanmadım. Survivor'ın benim için ilginç olduğu kısımlar karakter analizleri ve fazla kendini tekrarlamayan yarışmalar. Karakter analizi kısmına aşağıda yeniden değineceğim ama önce Amerikan Güreşi kavramı ile tanımayanları tanıştırmak istiyorum.

Amerikan Güreşi, aslında bildiğimiz güreş ile ilgisi olmayan, gösterinin ön planda tutulduğu ve ayarlanmış maçlarla Şampiyon'un belirlendiği ve bunu da saklamayan bir organizasyon. Bakınız:www.wwe.com Bildiğim kadarı ile gelecek sene Türkiye'ye de gelecekler ya da gelmeyi planlıyorlar. Dövüş hareketleri son derece tehlikeli gözükmekle birlikte, sporcular ya da daha doğrusu göstericiler aslında son derece profesyonel bir şekilde birbirlerine hasar vermeden bu tehlikeli hareketleri yapıyorlar ve dolayısı ile kimsenin ciddi hasar görmesi riski yok. Sonuçta bu yapılanları da spor olarak değerlendirip ciddiye alan olmamakla birlikte organizasyon gösteri olarak son derece ciddi ve kazançlı. Yaşça küçük bir akrabanız ya da tanıdığınız varsa bir sorun, sattıkları oyuncakları ile birlikte küçük yaştaki çocukların ilgi alanına yavaş yavaş girmeye başladılar.

İşte Survivor budur. Bir gösteri. Oy kullandınız, oyunuz işe yaradı ya da yaramadı, bence hiç önemi yok. Sadece bir gösteriye parasal açıdan katkıda bulundunuz. Gerisi ise yok işte...

2. Survivor'ı izlememin, ya da izlenilmesinin ikinci bir yanı ise adeta karakter analizi yapmak için bir laboratuar olması. Bir şirkette ya da aile içinde aylar, hatta yıllar içinde ortaya çıkabilecek olan olaylar Survivor'da sıkıştırılmış bir formatta çok daha çabuk bir şekilde ortaya çıkıyor ve farklı karakterleri çok daha kısa sürede tanıyıp analiz edebiliyoruz. İş yapan ama konuşmayan, iş yapmayan ama bolca konuşan kişiler, liderler, takipçiler, kurnazlar, arkadan iş çevirenler. Benim biri 7 diğeri 5 yıllık iş tecrübem iki Survivor olur, ama bu sürede Acun 25-30 Survivor çeker herhalde...

Bu arada evet bizden gizlenen saklanan çok şey olabilir format gereği. Ama evet bunun için de bakınız Madde 1.

Survivor tartışılması gereken çoğu şeyden daha fazla tartışıldı ülkemde diyeceğim ama İngilizler'de sonuçta gelecekteki Kral ve Kraliçeleri'ne vakit ayırdıklarına göre ve herkes de boş vakitlerinde Evrenin Sırları'nı çözmeye uğraşmadığına göre fazla kafayı takmanın gereği yok sanırım.

8 Temmuz 2012 Pazar

İsimler

Politika ile ilgili olmayan politika üzerine bir yazı

Televizyonlarda yakın zamanlarda dönmeye başlayan bir reklamla yazıma başlamak istiyorum.Reklam Volkswagen reklamı, aşağıda hemen görebilirsiniz. Prens ile prenses evlendikten sonra halkı selamlamak üzere balkona çıkarken, prensesin gelinliği yırtılıyor ve prens tek başına çıkmak zorunda kalıyor. Tam o sırada orada bulunan nedimelerden biri bu fırsatı değerlendirip, prensin yanına çıkıp halkı prensin şaşkın bakışları arasında selamlamaya başlıyor.


Sözün kısası adeta kısa bir süre için bile olsa kendini prenses gibi hissediyor. Reklamın ana fikri, elinize bir fırsat gelirse kaçırmayın...

Geçen gün Yalova'dan İDO'nun feribotu ile Pendik'e yaya olarak dönüyordum - Araba ile feribot artık gerçekten pahalı oldu. (İDO'nun satılmasından sonra uygulamaya başladığı acaip fiyat politikası) - Bindiğim feribotun ismi dikkatimi çekti: Recep Tayyip Erdoğan. Bu isimde bir feribot olduğunu ve bu ismin verilme nedeninin Recep Tayyip Erdoğan'ın gemilere verilen yakıtlarda KDV'yi kaldırılması olduğunu biliyordum ama, aynı büyüklükte diğer gemilere verilen isimleri merak ettim.

Daha sonra evdeki gazeteler arasında muhtemelen annem tarafından feribottan alınmış olan İDO'nun Sealife dergisinin Haziran sayısını gördüm. (Link ama şu anda Temmuz sayısı çıkıyor, muhtemelen 1 Ağustos gibi de Ağustos sayısı çıkmaya başlayacak ve eski sayılara dönüşün yolu var ise de ben bulamadım.) Dergide 112-113. sayfalarda Filo Bilgisi başlığı altında bu merakım cevaplandı.

Katamaran Hızlı Feribot ve Açık Güverteli Feribot başlığı altında İDO'nun feribotları var. Katamaran Hızlı Feribot'lar bildiğim kadarı ile daha uzun hatlarda, Açık Güverteli Feribotlar ise Pendik Yalova gibi daha kısa hatlarda kullanılıyor.  Katamaran Hızlı Feribot'ların isimleri Osman Gazi - 1, Orhan Gazi -1, Adnan Menderes, Turgut Özal, Turgut Reis - 1, Cezayirli Hasan Paşa olarak verilmiş. Veriliş tarihinden anladığım kadarı ile ilk iki gemi Turgut Reis -1 ve Cezayirli Hasan Paşa'dan sonra Feribotlara devlet başkanı ismi verilmesi kararı alınmış (Deniz otobüsü isimleri ise istisnaları olmakla birlikte ünlü denizcilerimiz). Aynı şekilde daha sonra alınmaya başlanan Açık Güverteli Hızlı Feribot'lara da devlet başkanı isimleri verilmiş: Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman, Fatih Sultan Mehmet -1 ve Recep Tayyip Erdoğan.

Şimdi yukarıda ilk bölümde yazdığımla, bu son yazdığımı birleştirip, kendimi bir an Recep Tayyip Erdoğan'ın yerine koydum. Benim adım bir gemiye verilseydi, ama bu şekilde Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman ile birlikte... İster miydim? Ya da başbakanımız istemiş miydi? Ya da istemese de değiştirmek için çaba göstermiş miydi? Bilmiyorum.

Ama aklıma eski İsrail başbakanlarından Golda Meier'in bir sözü geldi. "Alçakgönüllü olma, o kadar da büyük değilsin." Ama belki Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ve muhtemelen bir sonraki Cumhurbaşkanı olarak o kadar da büyüksün.

Vakti zamanında Yalova'da Yaşar Okuyan Bulvarı vardı, ismini Belediye Meclisi koymuştu. Bir de Yaşar Okuyan SSK Hastenesi vardı, ismini Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı iken kendisi koymuştu. Konuyla ilgili bir yazı: Yalovamız Gazetesi Kamil Büke'den 

Şimdi artık her iki isim de yok. Kamil Büke'nin yazısına katılıyorum Bulvar ismi kalabilirdi belki ama... Kendi adını bir hastaneye vermek...

Kardeşim Burak Bora Anadolu Lisesi mezunu. Okul Ülkü Bora tarafından bir kaza sonucu vefat eden oğlu Burak Bora adına yaptırılarak devlete devredilmiş ve okul 27 Eylül 1989 tarihinde zamanın Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in de katıldığı bir törenle açılmış. (Okulun tarihçesi)

Açılışta ben yoktum, ama annem vardı. Annem, Kenan Evren'in açılışta Ülkü Hanım'a hitaben  kendi isminin de bir yerlere konulduğunu ama bu isimlerin daha sonra değişebileceğini, değiştirebileceğini ama hiçbir kuvvetin Burak Bora'nın ismini bu okuldan silemeyeceğini söylediğini anlattı. Bu konuşmanın tam metnini şu anda okumak isterim, ama bulmak herhalde mümkün değil. Kenan Evren bu tespitinde haklı çıktı. Haklı, haksız, doğru ya da yanlış Kenan Evren'in adı verildiği yerlerden yavaş yavaş silindi ya da hala silinmeye devam ediyor.

Bir zamanlar bir yazı okumuştum.ABD'de yaşıyan kişilerin ismi hiçbir yere verilemiyordu. Bunun tek istisnası ise eski bir devlet başkanı ya da politikacıya değil aya çıkan ilk insan Neil Armstrong'a uygulanmıştı ve halen sağ olan Neil Armstrong'un adını taşıyan bir lise varmış. Şu anda bu bilginin doğruluğundan emin değilim, ama doğru ya da yanlış, bu uygulamanın güzel bir düşünce eseri olduğunu ve Türkiye'de de yasalaştırılıp uygulanması gerektiğini düşünüyorum. Böylelikle belki de sürekli değişen sokak ve okul isimlerimiz olmaz.

Bu yazı biraz Sunay Akın tarzı oldu ama sanırım güzel oldu.